Dikiş dikmek insana huzur veriyor. Elime kızımın giymediği giysileri alıyorum. Ve de kızımın bebeklerinden birini. Başlıyorum kumaşı kesip bebeğin vücuduna, şekline uygun biçimler vermeye.
İğne ile iplik en yakın arkadaşım oluyor kızımın bebeklerine giysiler dikerken. İpliklerin renkleri birbirine karışıyor, iğneler gözümün önündeyken bir anda ortadan kayboluveriyor. Yüreğimi tatlı bir telaş kaplıyor.
Tam iğneden ipliği geçirdim derken dizlerim üşümeye başlıyor. Evimizdeki açık mavi, kareli örtüyü dizlerime örterken dizlerim sıcacık olmaya başlıyor. Bu sefer de gözlerime uyku denen dostum misafirliğe gelmeye hazırlanıyor. Yola çıkmış bile, gelmesi an meselesiymiş dostumun.
Çok geçmeden uyku kardeş gözlerime şöyle bir güzel yerleşiyor. Elimde iğne, iplik, kumaş parçaları olduğu halde uykuya dalıveriyorum.
Geçmiş, gelecek birbirine giriveriyor bir anda. Önce sıcacık yanan sobanın dibinde annemin serdiği yatakta uyuyan bir kız çocuğuna dönüşüyorum. Az sonra uyanacağım ve sobanın üstünde buharları tüten çaydan bir yudum içeceğim sobada kızarmış ekmeklerle muhabbet ederken.
Sonra bu kız çocuğu yaşlı bir teyzeye dönüşüveriyor. Yaş kemale ermiş, az sonra çoluk çocuk, torunlar gelecek; ama işlerden yorulmuş, elime iğne ipliği almışken uyuyakalmışım. Yaşlılık işte. Birazdan zil çalacak ve ben iğne iplikleri hızla kutularına koyarken “geliyorum,” diye bağıracağım.
Kızımın “anne, uyan, hadi bitir artık bebeğimin elbisesini, bak çok üşüyor,” sesiyle uykumdan uyanıyor ve şimdiye geri dönüyorum. Huzur dolu bir gülümsemeyle dikişime kaldığım yerden devam ediyorum.
İnsanın en yakın dostu iğne ve iplik olunca geçmişi de geleceği de şimdisi de tatlı bir melodiye dönüşüyor. Hayatım iplik gibi iğnenin arasından geçerek yapmak istediğim bebeklerle dans ediyor…