Yazmaya ilkokulda başladım
İlkokul 5. sınıf öğrencisiydim. Okulumun panosunda gezerken panoda bir resim gözüme ilişti. Gökdelenlerin birinde pencereden başını uzatmış bir çocuk ve bu çocukta hasret çekenlere mahsus hüzünlü bir sima vardı. Köyünün yeşilliklerinde; koyunların, kuzuların etrafında koşturduğunun, taze süt kokusunun, bırakıp geldiği doğal hayata dair tüm güzelliklerin hayalini kuruyor gibiydi çocuk. Resmin yanında şöyle bir cümle duruyordu: “Haydi çocuklar. Resim size neler anlatıyor. Yazın bakalım…” Eve döndüğümde resmin bana düşündürdüklerini anlattım. Resmi anlatma yarışmasına katıldığım yazımı okul birincisi olarak seçmişlerdi.
Ortaokulda Türkçe öğretmenimiz haftada bir kere belirlenen bir konuda deneme yazma ödevi veriyordu. Hocamız aynı zamanda yazdıklarımızı sınıftaki arkadaşlarımıza okutuyordu. Yazılarımı okurken arkadaşlarımın beni severek dinlediğini de hatırlıyorum…
Yüksek lisans yaparken gene yıllar öncekine benzer şekilde okulumun bahçesinde gezerken cama asılı bir afiş gördüm. Anadolu’nun güzide şehirlerinden birinde lösemili kız çocuk babası olan bir beyefendi kendi çocuğu gibi daha nice lösemili çocuklara destek olması amacıyla LÖSEV derneğini kurmuş ve gene aynı amaçla lösemili çocuklara nefes olmasını arzuladığı hikâye ve deneme yarışması düzenlemişti.
Lösemili çocukların hallerini anlatma ve böylece onlar için iyilik yapabilme arzusu beni öyle heyecanlandırmıştı ki, tez çalışmalarıma ara vermiş, “nasıl bir hikâye yazsam” derdine düşmüştüm. Derken iki lösemili çocuğun birbirine duyduğu aşkı ve bu aşkın iyileştirme gücünü anlatan bir hikâye yazdım ve hikâyemi derneğe gönderdim.
Katılımın yüksek olması sebebiyle sonuç açıklama süresinin uzatılması beni daha da heyecanlandırmıştı. Nihayet sonuçların açıklandığını gördüm. Türkiye birincisi, ikincisi, üçüncüsü derken hiçbiri ben değildim. Zaten ben kimdim ki yazımı ödüllendirsinlerdi!
Hâlbuki imleci bir alt satıra kaydırmış olsaydım jürinin ayrı bir kategori açtığını ve benim yazımı da jüri özel ödülü Türkiye üçüncüsü olarak seçeceklerini görecektim…
Yazmak sığındığım bir liman oldu
Kariyerim devam ederken evlenmiş ve bir kız çocuk annesi olmanın şükrüne durmuştum. Bir kız çocuğunun gözlüğüyle hayata bakmayı, insanları okumayı öğrenmiştim geçen yıllar eşliğinde.
Köyünü özleyen çocuğun arayışı, lösemili çocukların kalbindeki umudu. Anneliğin trajikomik halleri derken keyifli bir serüvenin içinde buldum kendimi: “Yazma serüveni…”
“Yazmak,” devraldığım onca rolün ağır yükünden beni kurtaran sihirli bir iksir gibi oldu. Beni en iyi tarif eden dostum kalemim, yazdıklarımı sineye çeken yoldaşım ise kâğıtlarım oldu.
En güzel kelimelerimi armağan ettim insanlığa denemelerimle, en büyük hayallerimi, hayal kırıklıklarını dile getirdim hikâyelerimle. Ne denemelerim kelimelerimle kibirlendi, ne de hikâyelerim çelişki gibi duran onca hallerime içerledi.
Hikâyelerim ve denemelerim; biri sağ kolumdan diğeri sol kolumdan tutup her düştüğümde beni kaldıran iki yağız oğul gibi oldular hayat yolculuğumda.
Ey dostlar! “Yazmak” benim seçtiğim serüven oldu şu kısacık dünya hayatında. Peki, siz hangi serüveni seçtiniz hayatınızı anlamlandırmak için? Hangi serüvenle zorlukların üstesinden gelmeye çalıştınız?