Son yıllarda yılda ancak bir kere karşıma çıkmasına rağmen “ne olur, tekrar görüşelim,” dedirtecek kadar sıkı dostlarımdan biri haline gelmişti.
Kendisi sürpriz yapmayı çok severdi. Hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkar; beni şaşırtıverirdi. Kimi camdan dışarıyı izlerken, kimi yolculuk yaparken görünürdü gözüme. Kendisini görür görmez şaşkınlığımı hızla üstümden atar, sevinçle doluverirdim. Çalan kapının ardında dostu olduğunu bilip de pijamalarını hızla çıkarıp en güzel giysilerini giyen birini andırırdım bu halimle.
“Hoş geldin canım dostum! Çay demlemiştim ben de. İkimize de birer bardak alıp hemen geliyorum,” demeye kalmadan gidiverirdi geldiği yerlere. Havai fişeklerin patlama seslerini duyup da muhteşem görüntülerini izlemeye yetişemeyen çocuklar gibi hayal kırıklığına uğrardım gidişinin ardından.
Yıllardır yeniden görüneceği anı yakalamak için gökyüzünde dolaşıyordu gözlerim. Yağan her yağmurun ardından gelme ihtimali vardı ya. İşte sırf bu yüzden yağmurun yağışını bekler olmuştum torunlarını yeniden görebilmek için bayramın gelişini dört gözle bekleyen yaşlı teyzeler gibi…
Bundan birkaç saat önceydi. Evin içindeki aydınlığın azalıp odaların karanlıklaşmaya başlamasından belliydi yağmurun geleceği. Geleceğinin sinyalini vermiş olmasına rağmen yağmuru fark edince söylenerek topladım balkona astığım çamaşırları. Kurumak üzere olan çamaşırların haliyle dertlenirken toprağın susuzluktan neredeyse çatlamak üzere olduğunu görmezden gelmiştim oysa…
Yağmurun ardından gökyüzünün turuncuya çalan rengini görmüş olsam da tatlı bir uykunun gözlerime yerleşmesine engel olamadım. Kızımın “anne, uyuma ya, uyan hadi,” sesiyle gözlerimi açtığımda, salonun perdesini aralayıp yağmur sonrası tabiatı izlemeye koyuldum.
Hasretini çektiğim canım dostum binaların tam ortasında gökyüzünün minik bir köşesini kapmış, kendisini fark etmemi büyük bir heyecanla bekliyor gibiydi. Yüzü her zamanki gibi rengârenkti. Güzelliğine yağmurdan sonra etrafa yayılan toprak kokusu da eklenince içimde bir yerlere gömdüğüm umutlarım beni yeniden canlandırmaya başlamıştı bile.
“Geldin demek. Seni izlerken bir bardak çayı yudumlamak ne kadar hoş olur,” demeye kalmadan nerden geldiğini anlayamadığım büyük gri bulutlar sarmaya başladı dostumun etrafını. “Anne, gidiyor galiba,” diyen kızıma “bulutlar az sonra önünü açacak ve gene gözükecek,” cevabını verirken ansızın yüreğimi dolduran sevinç dalgası, yerini burukluğa bırakmaya başlamıştı.
“Gitti işte anne,” diyen kızımın sesini duymazdan gelerek bir süre bekledim bulutların çekilip beni dostumla başbaşa bırakacağı anın gelmesini. Bulutlar gitseler de dostumu da peşinden sürüklemişlerdi galiba…
Bir süre daha gökyüzüne baktıktan sonra dostumu sizlere de anlatmak için kalemimi elime alarak odama çekildim…
Adını soracak olursanız adı “gökkuşağı” idi. Kimilerine göreyse “ebemkuşağı.” Bense adını “neşe saçan” koymuştum. Ses çıkartmadan gelip yüreğime neşe saçan bir dost. Her an beklenmeye değecek kadar güzel ve yağan her yağmurun ardından gelebilecek kadar ümit verici bir dost…