Sıradan bir gün. Vakit ikindiye kaymakta. Birkaç sokak ötede oturan bir teyzem var benim; her şeyi rahatlıkla konuşabildiğim, sevecen bir dosta sahibim. Onu görmeye gitmek için çıkıyorum evden.
Teyzemin evine gitmek için birkaç sokak ötedeki işlek bir caddeye varmam ve bu işlek caddeye giden yokuşu tırmanmadan önce karşıdan karşıya geçmem gerekiyor.
Atlamam gereken bu yolun her iki tarafında park edilmiş arabalar var. Geriye kalan daracık bir alandan her iki yöne giden arabalar sokağı daha da darlaştırıyor sanki.
Karşıdan karşıya geçmeden önce yolun sağına ve soluna bakarken gördüğüm manzara karşısında donup kalıyorum. Yolun tam ortasında bir kedi ve kedinin ağzından kanlar akıyor.
Aman Allah’ım! Yolun tam ortasında bir kedi can çekişiyor ve arabalar, sanki içinde bir sürücü yokmuş gibi kontrolsüzce kedinin üzerinden geçerek yoluna devam ediyor.
Can çekişen, belki de artık son nefesini vermiş olan bir kedi var yolun ortasında ve bu durum kimsenin umurunda değil. Kedi arabaların altında neredeyse parçalanacak kadar eziliyor ve kimsenin gıkı dahi çıkmıyor.
Kendimi toparlamaya çalışarak yanımdan geçen insanları gözlemlemeye başlıyorum. Bazısı ezilmekte olan kedinin içler acısı haline üzülerek bir şeyler mırıldanıyor ve ardından yoluna devam ediyor.
Bense kendimce uygun gördüğüm insanlara kediyi işaret ederek “bakın kediye, onu oradan alamaz mısınız,” gibi sorular soruyorum. Tuhaf tuhaf bakıyorlar bana. “Ne saçmalıyorsun,” der gibi gülüp geçip gidiyorlar.
Halden anlayan, şu duruma benim kadar ızdırap duyan birine ihtiyaç duyuyorum. Kedinin halini alaya almayacak ve ona yardım etmek isteyecek olgunlukta birini arıyorum. “Allah’ım ne olur kediyi bu durumdan kurtaracak bir insan gönder,” diye hal diliyle duaya dalmışken bana doğru yaklaşan iki çocuk görüyorum.
Biri altı, diğeri on yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu iki çocuk umut veriyor yüreğime. Büyük olan çocuğun tuhaf saç tıraşı dikkatimi çekiyor. Yanındaki minik çocukla tuhaf bir aksanla konuşurken aynı zamanda yerlere tükürüyor olması bu çocuğu gözümde farklı kılıyor. Cesaretimi toplayarak:
– Canım, bakar mısın? diye soruyorum.
Saygılı bir eda ile:
– Buyur abla, diyor.
-Şu kediyi görüyor musun? Onu yol kenarına çeker misin?
Kediyi görür görmez “hemen abla,” cevabını veriyor ve yola fırlıyor. Küçük olan çocuk da peşinden…
Az sonra iki çocuk da yolun ortasında kediciğin yanında bitiyorlar. Büyük çocuk ilk olarak akıp giden trafiğin yönünü değiştiriyor. Eliyle trafik polisi edasıyla arabalara diğer sokaktan gitmelerini işaret ediyor. Trafiğin yönünü değiştirip kedinin ezilmesinin önüne geçen çocuk, ardından küçük olana “git hemen bana bir poşet getir,” diyor.
Küçük olanın markete girmesiyle çıkması bir oluyor. Marketten aldığı poşeti bizim “sevgili kahramanımıza” veriyor. Kahramanımız eline poşeti takıyor ve küfrederek elindeki poşetle kedinin kuyruğundan tutarak kediyi yolun kenarına çekiyor.
O gün çocuğa yaptığı iyilik için “çok teşekkür” ediyorum. “Rica ederim abla,” diyerek küçüğünü peşine taktığı gibi gidiyor. Arkalarından “hep iyi kalmaları” için dua ediyorum.
Dua ederken gözlerimi gökyüzünde gezdiriyorum. Güneş “işim bitti buralarda, bana müsaade,” dercesine batıp gitmeye hazırlanırken adımlarımı teyzemin evine doğru sıklaştırıyorum.
Dilimde teyzeme uzun uzadıya anlatacağım “küçük kahramanımın” hikayesi, içimde gelecek güzel günlerin umuduyla birleşirken yürümenin keyfine varıyorum…
canim annem