YAZ KURSUNDAN HATIRDA KALANLAR

Yaz Kursu’ndan Hatırda Kalanlar-2 (Merdivenlerde Beklemek)

   Tatlı bir dille söylenmiş de olsa kızım yapılması gerekeni yapmak istemiyordu. Yazın sıcağında uzun kollu giymek ve başörtüsü takmak onun için katlanılması zor işlerdi.

    İyi ama ne yapmalıydım? Kızımın elinden tutmuş camiye yürürken işte bu sorunun cevabıyla meşguldü kafam. Böyle bir durumda nasıl davranmalıydım?

   Caminin dış kapısının kolunu çevirip caminin iç kapısına doğru ilerlerken “selamün aleyküm” diyen bir sesle irkildim. Gülümseyerek selamını aldığım kişi geçen gün kızımın kurs kaydını yaptıran hocalardan biriydi.

    Eğilerek kızıma sordu: “Güzel kız. Söyle bakalım? Camiye alışabildin mi?”

    Kızım soluk bir yüzle hocaya bakarak soruyu cevaplamayınca hocaya bir gün önce olanları anlattım. Hoca hanım kendinden emin bir tavırla bana dönerek:

 “Kim demiş öyle? Ben o kişiyle konuşurum,” dedi. Ardından kızıma dönerek:

“Bundan sonra başörtüsü takmadan ve uzun kollu giymeden camiye gelebilirsin. Ben sana izin veriyorum,” dedi.

   Hocanın kızımı her haliyle camiye kabul ettiği bu sözleri asırlar öncesinden insanları “gel, ne olursan ol, gene de gel” diyerek Hak kapısına buyur eden Mevlana Hazretleri’nin sözlerine ne kadar da benziyordu.

   Derin bir nefes aldım. Kızım da rahatlamış olmalı ki canlı bir ses tonuyla:

“Anne hadi. Camiye girelim artık,” deyiverdi.

   Sevinçle kızımın uzattığı eli tutarak camiye koşar adımlarla ilerledim. İşte insanları camiye yakın tutmak bu kadar kolaydı. Bazen bir tek cümle, belki bir tek hoş gören bir tebessüm yeterdi camiye adım atmak için.

  O gün ve önümüzdeki günlerde kızım beni bırakmadı. Ders esnasında merdivenlerde oturup kendisini izlememi istedi. Aslında ders esnasında kafasını her çevirdiğinde beni görmekti dileği.

  Eh tabi! Caminin de belli kuralları olacaktı. Birinci haftanın sonuna doğru “velilerin camide beklememesi,” istendi. Aslında  yerinde bir istekti. Veliler çocuklara çok yakın olunca hocaların işlerine karışma ihtimali vardı. Bir de ders boyunca küçük çocukların annelerine koşma ihtimali tabi. Ve bu olasılıklar hocaların otoritesini sarsabilirdi.

  “Hanımlar lütfen bahçeye çıkın” ikazına herkes uymuştu. Ben ve torununu bekleyen yaşlı bir teyze hariç. Teyze hocanın ikazına uyup camiden çıkmak üzereyken beni işaret etti:

   “Ama bu hanım camiden çıkmıyor!”

 Hoca her zamanki emin tavrıyla cevap verdi:

“O hanım gitmeyecek. Merdivenlerde oturup kızını bekleyecek.”

   Aslında geçirdiğim birkaç gün içinde hoca hanımların hepsi de kızımı camide tutmak için hissettiğim ızdırabın sesini duymuşlardı. Hislerime ortak olmaları beni sevip benimsemelerine ve bana güven duymalarına yol açmıştı.

   Her an annesini arayan beş yaşlarında bir kız çocuğu ve çocuğunu camiye alıştırmak için canını dişine takan bir anne onlar için dokunaklı bir manzara olmalıydı.

  Herkesi bırak ya Rabbim? Sahi O’nun evinde ağırlanmıyor muyduk ikimiz de? Ne kızım dersi bırakıp yanıma gelebiliyordu, ne de ben camiyi bırakıp bahçeye çıkabiliyordum.

   Dışarının tüm cazibesini bir kenara bırakarak teneffüs zili çalıncaya kadar beklemek. Şimdilik tek yapmamız gereken buydu.

 Amaa, teneffüs zili çalınca bizi bundan böyle hiçbir şey yerimizde durduramazdı. Neden mi? Eh, onu da bir sonraki yazımda anlatayım.

Please follow and like us:

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir