Camide kız çocuklarına ayrılan kat zemin katın bir altı; yani bodrum katıydı. Ancak apartmanların bodrum katlarındaki dairelerin aksine bizim evimiz; yani camimizin bodrum katı son derece geniş ve havadardı. Gene de çocuklar yaz günü sıkılmasınlar diye kocaman bir klima ders esnasında çalıştırılır, klimanın yoğun hava üflediği yerlerden uzak olan yerler ders işlemek için seçilirdi. Her şeye rağmen temiz hava almak ve koşturup oynamak için cami bahçesinin yeri apayrıydı.
Ders bitiş zilinin çalmasıyla cami bahçesinden koşmaya başlayan sesin sahibi caminin tüm katlarını dolaşmaya başladı. On yaşlarında bir erkek çocuğu üst katı turlaması bitmiş olmalı ki bu defa bizim kata inerek durmadan bağırıyordu:
“Duyduk duymadık demeyin. Dondurma dağıtılıyor.”
Çocuklarla birbirimize baktık ve aynı anda bahçeye koşmaya başladık. Kızım benim önümden koşuyordu. O an hayatı boyunca iyilik ve doğruluk adına bizim önümüzde olmasını umut ettim.
Bahçeye çıktığımızda camimizin imamı neşe ile “dondurma dağıtıyoruz, yemeyen kalmasın,” diyerek sıraya dizilen çocuklara dondurmalarını uzatıyordu.
Hani ağzımın suyu akmadı desem yalan olur. Camide tüm çocukların dondurmalarını aldıklarına emin olana kadar bekledim. Sonra çaresiz ben de dondurmamı istedim. Biraz utanarak da olsa…
Bahçedeki banklardan birine oturduğumda camideki hocaların da dondurmalarını yemekte olduklarını görünce rahat bir nefes aldım. Keyifle kocaman külahta çikolatalı dondurmamı yemeye başladım.
Zil çalınca kızım gözlerini kocaman açarak gülümsedi. Ve bana dedi ki, “anne, ben galiba camiyi sevmeye başlıyorum…”
Yazın yakıcı sıcağında camiye gelmek, derslere girip çıkmak çocuk için katlanılması zor meselelerdi. Bu zorluğu kolay eyleyen, çocuklara camiyi sevimli kılan bir şeyler olmalıydı.
Hocalar dersi eğlenceli kılmak için her türlü imkânı kullanıyorlardı. Elif cüzündeki harfleri eğlenceli bir dille anlatan videolar izletiyorlardı mesela çocuklara. Dersini veren öğrencilere istedikleri çıkartmaları hediye ediyorlardı. Ders aralarında bahçeye çıkmayan çocuklarla her türlü oyunları oynuyorlardı.
Her şeye rağmen camiyi biraz daha zevkli kılacak bir şeylere ihtiyaç vardı. Ders aralarında uzaya fırlatılmış astronotlar gibi bahçeye fırlamalıydı çocuklar. Bir şey olmalıydı yaz sıcağını çekilmeye değer kılan. Bir şey ders esnasında kuruyan minik boğazları serinletmeliydi.
Ve benden önce bu şeyin ne olduğunu hissetmiş olmalıydı hocalar ve camimizin imamı. Hissetmiş olmalıydı; çünkü onlar da bir zamanlar çocuktu. Onların da bir zamanlar tek derdi oyun ve eğlenceydi. Onlar da yorucu bir dersten, hatta koşturmacalı bir oyundan sonra yedikleri koca bir külahın tadını asla unutmayanlardandı belki de.
İşte bu yüzden bulmuşlardı çocuklara camiyi “harika bir yer” olarak göstermenin yolu. Evet, bu yolun adı tüm cami efradına dondurma dağıtmaktı. Hatta bazen günde birkaç seferliğine.
Bir sonraki yıl kızım camiye geldiğinde “anne, ne zaman dondurma dağıtacaklar,” diye beni o kadar bunaltmıştı ki en sonunda “git, sor hocaya,” deyivermiştim.
Kızımın gidip “dondurma dağıtacak mısınız,” diye sorduğu hoca bir önceki yıl camide değildi. Şaşkın gözlerle kızıma bakmış, dondurma da nerden çıktı dercesine “dondurma mı, yok öyle bir şey,” cevabını vermişti.
Biraz utanarak hocanın yanından ayrılırken kendi kendime konuşmaya başlamıştım: “Her yıl dondurma dağıtılmaz tabi. Bir önceki yıl camiye ayaklarını sürüyerek gelen bir kız vardı. Ve ne yapıp edip bu kızın camiye koşarak gelmesi sağlanmalıydı.”
Kızım ne demek istediğimi anlamış ve daha fazla üstelememişti “dondurma dağıtsınlar diye”.
Bir yıl önce hocalar, imam ve annesinin de gayretleri dondurmanın o eşsiz lezzetiyle bir araya getirilince çocuğun damağında caminin tadı kalmıştı. Hem de her zaman aynı tazeliğinde.
Yüreği bir kere ısındırılmıştı ya camiye dondurma dağıtılmış, dağıtılmamış ne önemi vardı.
Dünyadaki tüm çocukların camiye dondurma yemeye koşar gibi koşmaları ve caminin kapısından hiç ayrılmamaları duası ile…