Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra kızımla yola düşüyorduk: Cami yoluna. Kızım giyimi konusunda özgür bırakıldığını bildiği halde uzun kollu giymeden evden çıkmıyordu artık. Yolda yürürken terlediğini görünce “kısa kollu giyebilirdin kızım,” diyordum dayanamayıp. Kızım ise kendinden emin bir eda ile bana camiye giderken uzun kollu giymesi gerektiğini hatırlatıyordu.
Cami yollarında ilerlerken kızıma ezberini vereceği duayı küçük parçalar halinde okuyordum. Kızımsa tekrar ediyordu. Subhaneke, Salli- Barik derken Tahiyyat’a sıra gelmişti. Diğer kısa dualara nazaran biraz uzun gelmiş olacak ki Tahiyyat’ı ezberine alması bir haftalık cami yolu kadar zaman içinde olmuştu.
Kızım Fatiha suresine geldiğinde cami sona erdiğinden yollarda yürürken kızıma Fatiha’yı ayet ayet okuyup ezberletme ihtiyacı duymuştum. Ezber sırası Fatiha’nın üçüncü ayetine geldiğimde kızım ben söylemeden sureyi tamamlayınca sevinçle “ama bu nasıl olur, ben sana daha önce Fatiha’yı hiç okumadım ki,” demiştim. Kızımın verdiği cevap muhteşemdi: “Anne, hocam bize sureleri okurken ben camide dolaşıyordum ya hani. Aynı anda ben de içimden hocamın bize okuduğu sureleri tekrarlıyordum.”
Bir gün kızım cami kapısının önüne vardığında “anne, seninle şu pastaneye gidelim mi,” diye sormuştu. Kızımın işaret ettiği pastane caminin tam karşısındaydı. Pastanenin önünde buz gibi kocaman bir limonata kavanozu bize göz kırpıyor gibiydi.
O günden itibaren kızımla neredeyse her gün limonatanın cazibesine kapılarak pastanenin abonmanlarından biri olduk. Hal böyle olunca pastanenin sahibi bize bir iyilik yaptı ve o yaza özel süper bir indirimle her gün bize birer bardak limonata sundu.
Limonatamızı içip cami kapısından girdiğimiz günlerden biriydi. Caminin dibinde çocuklara Kuran eğitimi vermek için kullanılan şirin bir okuma salonu vardı. Okuma salonunun dibinde üçer litrelik kaplarda limonatalar duruyordu ve camimizin imanı “gelin çocuklar, ev yapımı limonatadan siz de için,” diye neşe içinde cami efradını limonata içmeye davet ediyordu.
Kendimi artık camideki çocuklardan farksız gördüğümden utanıp sıkılmadan kızımın peşinden bir limonata da ben istemiş ve limonatamı içmek için bahçedeki banklardan birine oturmuştum.
Kızım limonatasını büyük bir çeviklikle içmiş, ayakta duruyordu. Kızımın limonatasını bitirdiğini gören imam eğilerek kızıma sordu: “Bir bardak daha ister misin?” Kızım “isterim,” deyince şişeyi eğip plastik bardaklardan birine limonata koydu ve kızıma bir bardak daha ev yapımı limonata verdi.
O anı her hatırlayışımda limonatayı yapan kimselere ve kızımın bekleyişini anlayıp ona bir bardak daha limonata uzatan cami imamıza “Allah razı olsun,” demekten kendimi alamıyorum.
Aradan geçen üç yıl kızıma o anı unutturmuşsa da o limonatanın tadını unutturmamış olacak ki kızım der ki:
“Anne, ben hayatımda caminin limonatası kadar lezzetli başka bir limonata hiçbir yerde içmedim.”
Sahi, caminin limonatasını tüm pastanelerin ve ev yapımı başka limonataların tadından ayıran neydi dersiniz? Kullanılan limonu, şekeri ya da suyu muydu? Sanmam. Bence limonataya o eşsiz tadını veren tek fark Caminin Ev Sahibi’ydi.
Her ihtiyacımıza karşılık veren Güzeller Güzeli Kerim olan Rabbimizden başka kim olabilirdi limonatanın tadını yıllar geçse de kızıma unutturmayan?
Dondurmadan sonra yaz sıcağında içimizi serinleten limonatalarda saklıydı artık caminin güzelliği. Koşmuş gelmiştik yaz sıcağından kurtulup serinlemek için camiye. Önce nefesimizi ardından ruhumuzu serinletmek için gelmiştik Rabbimizin evine.