Kızım doğduktan sonra anne olmayı neden hayatta herşeyden fazla istediğimi anladım. Bir çocuğu kucağına almak, cennet kokusunu içine çekerek büyütmek, ilk adımlarını izlerken, ilk kelimelerini dinlerken duyduğu sevinçle kendinden geçmek; tüm bunlar anneliğe harikalık katan şeylerdi. Fakat dahası vardı.
Kızım üç yaşına yaklaştığında çevresindeki çocuklara da yaklaşmaya başlamıştı. Misafirliklerde, parklarda, yemek yeme yerlerinde; çocuklar adeta her yerdelerdi.
Misafirliklerde çocukların kapışmasını çözmeye çalışıp da pek de birşeyi çözememekle başladı her şey. Çözememekle başladı aslında ne kadar aciz olduğumu ilk anlayışım.
Kızım başkasının oyuncağını istiyordu. Ya da başka çocuk kızımınkini. Çocuğun annesi anlayışlıysa elele vererek çözülüyordu sorunlar. Oyuncağını vermeme konusunda direnen çocuk kim olursa olsun, bu direnişe saygı duyduğumuzda, gevşiyordu çocuklar ve tanımaya başlıyorlardı birbirlerini.
Bazen de aşırı korumacı anneler zorluyordu beni. Çocuğun etrafında güvenlik memuru gibi dolaşınca annes, her dakika, çocukların ruhu uzaklaşıyordu sanki birbirinden. Zaten hangi insan her dakika koruma altında olunan ve yaptığı her davranışın haklı olduğu savunulan bir insana yaklaşmayı isterdi ki?
Yıllar geçtikçe kızım doğmadan önce çok sevdiğim insanlardan ruhen uzaklaşmaya başladım. O kadar fazla kuralları vardı ki bu insanların.
Bazı kadınlar oyun odasındaki bir sandalyenin salona konulup, çocuğun bu sandalyeye oturmasına itiraz ediyordu. Çocuk odasındaki hiçbir şey salona getirilmezdi çünkü.
Bazıları çocuğun kendi evinde eline kalem almasını kabul etmiyordu. Evlerinde kalem kullanmak yasaktı çünkü. Öyle ya Allah korusun eşyalar leke olabilir, duvarlar çizilebilirdi!
Bazıları çocukların zıplamasına takmıştı. Alt komşu her an şikayete gelebilirdi. Bazıları çocukların ağlamasından hoşlanmıyordu. İstediği her neyse ağlamadan söylemeliydi.
Aslında çocukların bir şeyler yerken üzerlerine dökmeleri, altlarına kaçırmaları, ellerini dakikalarca suyun altında tutmamaları, saçlarını taramamaları, lekeli kıyafet giyinmeleri, öğretmenin verdiği onca ödevi çabucak bitirmemeleri büyükler için çok büyük problemlerdi.
Bir süre sonra büyüklerin koydukları kuralların en ağır cezaevlerinde bile uygulanamadığını düşünmeye başladım. Büyükler yoğundu, büyükler çocuklardan kolayca yaka silkerlerdi, büyüklerin koyduğu acımasızca kurallara çocuklar boyun eğmeliydi. Boyun eğmezse eğer isyankar çocuğun annesi ah ne kadar yanlış metodlarla çocuğunu yetiştirmişti. Ah, herşeyin en iyisini bu bizim büyükler bilirdi.
Derken pek çok yetişkinin tam da ortasında kalan bir yetişkin olmama rağmen kendimi dünyanın en yalnız ve en zalimce yönetilmeye çalışan insanı gibi hissetmeye başladım.
Her insan gibi ben de şu kısacık dünya hayatında irili ufaklı imtihanlara maruz kalınca uslanmamış gibi sıkıntı ettiğim şeyleri, artık her neyse büyüklere anlatmaya karar verdim. Her büyük ağız birliği etmişcesine halime şükretmem gerektiğini, benim yaşadıklarımın başka bilmem hangi büyüğün derdinin yanında pek hafif kaldığını anlatıp durdu. Dertlerimin yanına bir de şükretmemiş olmamın verdiği sızı ve benden daha büyük derdi olanların derdi eklenince geç de olsa yanlış kişilerle derdimi paylaştığımı farkettim.
Çocukların özgür dünyasına bile ket vurmaya çalışan, onların en masum isteklerini çok meşgul oldukları için geri çevirmek zorunda kalan bu insanlar benim her an kırılan kalbimi daha da kırmaya çalıştıkça anladım büyüklerin yanında kalamayacağımı.
Bir gece değil, bir saat değil, bir an içinde topladım pılımı pırtımı. Çaldım çocukların kapısını. “Çok işimiz var, biraz bekle,” demeden kim olduğumu bile sormadan koştular dünyanın bütün çocukları kapıya.
Zoraki bir güler yüzle ve en güzel giysileriyle değil en samimi halleriyle buyur ettiler beni dünyalarına. Ve oyunlarına kaldıkları yerden devam ettiler.
Hay Allah! Ne yapmalı, nasıl davranmalıydım ben bu çocuk dünyasında şimdi? Günlerimi nasıl geçirmeli, ne ile tüketmeliydim?
Derken bir çocuk seslendi bir yerlerden: “Abla, sen de oynasana bizimle.” Başka bir çocuk elimden tutarak sürükledi beni bir çocuk parkına. “Abla, beni sallasana.”
“Şey ama ben,” demeye kalmadan sallamaya başladım çocuğu. Uçurdum onu gitmek istediği tüm ülkelere. Az sonra kaydıraktan kayan çocuklara katıldım. Onların arkasından kaydıraktan kaydım.
Bazı günler kızımı ve bazı çocukları da alarak top havuzuna gidip büyükler gelmeden top havuzuna daldım. Tüm kederlerimi rengarenk topların arasına bıraktım.
Bazı günler kapı önündeki komşu çocuklarının yanına vardım kızımı da yanıma alarak. Onlar gibi yere çömelerek iplere boncuk dizdim. Üzüntülerimi dizdiğim boncukların arasına değil kapı önünde esen rüzgara bıraktım.
Bazen sırf kızım istedi diye en ön sıralardan sinema bileti aldım. En önde oturanlara özel konulan puflara ayağımı uzatırken Kral Şakir’le Korsanlar Diyarı’ndan kurtulmanın çarelerini aradım.
TRT Çocuk’un TOZKOPARAN dizisini izlerken kızımla, Salih Hoca’nın öğütlerini kağıda not aldım. Çocukların okları hedefine vuramamasına değil zaman zaman yalnız kalmalarına, anne hasreti çekmelerine, hırslarına esir düşmelerine ağladım.
Bazı günler çocuklarla öyle çok saat oyuna daldım ki parklarda eve geldiğimde “yemek yapmak istemiyorum ben,” diye isyana daldım.
Bazen en saf çocuğun bile anladığı espiriyi anlamadım. “Beni şu oyuncağa bindirsene,” diye ricada bulunan komşu kızını “yahu elimdeki yiyeceğimi bitireyim bir bekle,” diye azarladım. Sonra pişman olup özür dilediğimde altı yaşındaki çocuktan “biz komşuyuz, hiç komşular arasında küsme olur mu ,” cevabını aldım.
Paten kayamayan çocukların, kızım da dahil, paten kaymaları için ellerinden tuttum. Bazen ben de düz yolda yürürken düşüp çocuklar gibi ağladım; ama hiçbir çocuktan “niye ağlıyorsun ki, daha dün arkadaşım düştü, hem de ne biçim, o hiç de senin gibi ağlamadı,” gibi saçma sapan yüreğimi daha da yaralayan bir cevap almadım.
Uzun lafın kısası ben çocukların dünyasında kendim gibi davrandım. Bazen çok paylaşımcı, sevimli, anlayışlı oldumsa da bazen paylaşmayı istemeyen, sevimsiz ve anlayışssız biri oldum. Çünkü ben de her çocuk gibi fazla kırılgan, fazla hassas bir ruha sahiptim. Ve benim tüm çocuksu hallerimi olduğu gibi bir tek çocuklar benimsedi. Her türlü tuhaf halime rağmen, sorgulamadan, öğüt vermeden bir tek çocuklar beni kendi dünyalarına kattı.
Size bir sır vereyim mi? Ben ne kadar büyüsem de aslında bir yanım hep çocuk kaldı. İşte bu yüzden beni bir tek çocuklar anladı….
Yüreğinize sağlık,