Duanın ne anlamaya geldiğini o gün anlamaya başladım. “Babam geldi,” diye kapıya koştuğum o zaman. Beş yaşlarındaki erkek kardeşim benimle birlikte kapıya koşarken elindeki havuçtan bir ısırık almıştı ve babamıza kapıyı açtığım anda havuç boğazına takılmıştı. Bir anda bütün aile bir olup rahat nefes almak için öksüren kardeşimin etrafına toplanmıştık. Öksürüğü devam edince de annemle babam erkek kardeşimi hastaneye götürmüş ve aynı akşam rahat bir nefes alarak hastaneden dönmüşlerdi. Onlar hastanedeyken oturup “ne olur Allah’ım kardeşim sağ salim eve dönsün,” diye yalvarmamın adıydı dua….
Annemle babam hacca gittiğinde ablamla karşılıklı oturup “meğer annemle babamın varlığıymış evimizi güzelleştiren,” derken iç çekmemizdi ettiğimiz dua. Annemi havaalanında onca hacının arasında görüp de ona doğru koşarken anne kız aynı anda gözyaşı dökerken dilimizdeki şükrün ifadesiydi.
Üniversite sınavı esnasında sınav sorularını paniğe kapılıp okumayı bile başaramadığım o anda bir dostumun tavsiye ettiği kısacık bir dua gelmişti aklıma. Defalarca aynı duayı okuyunca sakinleşmeye ve soruları anlamaya başlamıştım. Yıllar sonra bana o duayı öğreten dostuma sınavda yaşadıklarımı anlatırken dostumun bile duayı hatırlayamamasıydı. Sanki bana tavsiye ettiği dua sınav anıma özel bir iksirdi ve sonrasında ikimize de unutturulmuştu.
Üniversite okurken birlikte kaldığım arkadaşlarımla kurduğum ilişkilerde yaşadığım zorlukların adıydı dua. Her zorluk beni geleceğe hazırlayan ve zaaflarımı görmemi sağlayan bir ayna görevindeydi.
İş yerinde yaşadığım sıkıntıların neticesinde çarpıntılarımın ve şiddetli baş ağrılarımın başlaması bana bitiş çizgisini gösteren bir dua gibiydi. Maratonda koşmaktan yorulan bir yarışmacının neticesi ne olursa olsun yarışmayı bitirmesi ve ardından dinlenmek için evine dönmesi gerektiğini hatırlatan bir çizgi.
Kızım geniz etinden rahat nefes alıp veremediği gecelerde balkondan dışarı izlememiz en masum dualarımdan biriydi. Herkesin uyuduğu o anlarda anne kız balkondan sokağı gözlemlerken esnemeye başlardık. Esnemek ve ardından gelen huzur dolu bir gece uykusu bizi ertesi güne hazırlayan bir duaydı.
Kızımın ateşi bir anda kırkın üstüne çıkınca kendinden geçmişti o gün. Kızımı kucakladığım gibi hastaneye koşmam fiili bir duaydı. Acildeki doktorun beni sakinleştirmeye çalışması ise sakinleşmem için ettiği en güzel dua…Yüreğimde solmak üzere olan çiçekleri yeniden açtıran bir dua.
Kızım dört yaşlarındayken tiyatro, sinema, top havuzları ve mübah olan her türlü eğlence çeşitleriyle ruh halimizi dengelemeye çalışmamız bizi hayata bağlamak için ettiğimiz bir duaydı. Tiyatro sonrası yediğimiz bir dürüm duamıza lezzet katmış olacak ki o günlerde ettiğim duaları “en nefis kokulu dualara” benzetmek istiyorum.
Kızım ilkokul birinci sınıfa başladığı o ilk gün, müdür bey hangi öğretmenin hangi sınıflara eğitim vereceğini söylerken her bir öğretmenin gözlerine bakıp da “Allah’ım ben bilemiyorum hangisi kızımı anlayabilir, sen biliyorsun. Hangisi kızımın ruhuna en iyi hitap ediyorsa o olsun,” diye yalvarışımın adıydı. Kızımın öğretmeninin ardından sınıfa sevinçle yürürken sebepsiz yere “oh be,” deyişimin adıydı.
Dünyadaki herkes bir olmuşcasına, “bunda üzülecek ne var şimdi, küçük şeylere takılıyorsun,” gibi cümlelerle içimde kopan fırtınalara anlam veremediği zamanlarda “öff ya,” deyip isyan etmek yerine boynumu bükmemdi benim en hüzünlü duam. Her boyun büküşüm “Rabbim beni ancak sen anlarsın,” anlamında bir duaydı. İnsanların zayıf idrakinin yanında Yüceler Yücesi’nin sınırsız idrak gücüne sığınmaktı. Ben Ona sığındıkça o beni gevşetirdi kullarına karşı. Gevşedikçe beklentilerim azalır ve dinginliğe kavuşurdum. Beni sekineye ulaştıran yolun adıydı dua.
Kızımı ikinci sınıfta yeni okuluna kaydettirirken yaşadığım kabz haliydi o anki duam. Yeni öğretmeni nasıl biriydi? Üzer miydi kızımı yorar mıydı kalbini gereksiz talimatlarla. Kızımın yeni öğretmeni kızımın gülümserken “madem bugün geldin, bugün başlatalım seni,” dediğinde ferahladığımı hissetmem az önceki duamın kabul edileceğinin işareti gibiydi.
Ben dua ederken o hale geldim ki zamanla “Allah’ım şöyle şöyle olsun,” demeyi unuttum. “Sen nasıl ve ne zaman istersen o şekilde olsun Allahım,” demenin sırrına erdim.
Yaşadığım her zorluk, karşıma çıkan her engel ve hatta bilerek bilmeyerek yaptığım tüm hatalar bana hayatta ne kadar çaresiz ve yalnız olduğumu hatırlatıyordu. Acizliğimi farkettiğim andan itibaren duanın o sımsıkı ipine sarılıyordum. Kimi ağlayarak, kimi yollarda koşturarak kimiyse ellerimi semaya kaldırarak. O an için nasıl davranmak içimden geliyorsa öyle davranarak en güzel duamı ediyordum.
Gerçekleşmesi en imkansız gibi görünen kalbimin arzuları için bile Rabbimle hasbihal ederken Onun beni duyduğunu hissettiğim her an dualarım kabul ediliyordu zaten. Ona yakın olmak ve Onunla bağ kurmak yapılacak en güzel şey ve elde edebileceğim en büyük payeydi. Artık bundan sonra “görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eylerdi.”
Hayatımda başıma ne gelirse gelsin kalbimi Onun sevgisiyle doldurduğumda dua etmeyi öğrenmeye başlamıştım ben. Sonsuzluğa uzanan bu uzun yolda hiç bitmeyecek bir duanın başlangıcıyla başladım ben dua etmeye: “Allahım ne olur kalbimi senin aşkınla doldur. Öyle doldur ki başka bir isteğe hacet kalmasın,” diyebilmenin adıydı…