DENEMELERİM

CAMİ HALILARLA GÜZEL!

Kızım okuldayken manen soluklanmak için gittiğim Kuran Kursu’nda sonsuza kadar lezzetini hissedeceğim anlardan birini daha yaşıyoruz.

Cami hocamız, camimizin yeşil halılarının eskidiğini ve teyzelerden birinin oğlunun bu durumla ilgileneceğini söylüyor.

Camide, her sabah üzerine bastığım halılara bakıyorum. Gökyüzüne kadar uzanan dallara sahip olduğunu zannettiğim ağaçlar duruyor sanki halıların yerinde.

Çocukluğumun o en masum, en günahsız olduğumu bildiğim günlerde gibiyim.

Hocamız, teyzelerin okuduğu Kuran’ı dinlerken sırasıyla ağaçlara tırmanıyorum. Her bir ağaç bana gökyüzüne bir parça daha yakın olduğumu fısıldıyor.

Her bir tırmanışımda yapraklar beni biraz daha ilim öğrenmem karşılığında gökyüzündeki o en sevimli bulutlara taşıma sözü veriyor.

Teyzelerin o en masum halleriyle çalıştıkları sure ya da dua ezberini  gözlemlerken en ümit dolu halimle ağaçların en tepelerinden teyzelere el sallıyorum.

Bazen, ağaçların gökyüzüne en yakın dallarını kullanarak ağaç evler yapıyor ve bu evlerin içinde biraz oyun oynayıp birazcık da namaz kılıyorum.

Namaz, oyundan sonra çocuksu kalbimi en güzel teselli eden bir vasıta.

Okuduğum her bir dua, içimden imanlı bir yetişkin doğmasına vesile olacak bir iksir.

Bu iksirleri içerken secdede miyim, kıyamda mı yoksa kıraatta mı bilemiyorum.

Bugün olduğu gibi o günlerde de acaba hangi rekatta kalmıştımın derdine düşüyorum?

“Ya yanlış kıldıysam,” “ya eksik bıraktıysam,” cümleleri bana  o günlerden bu günlere dek eşlik eden en masum vesvesem…

Dinmek bilmeyen riskli fısıltılarımın en risksiz olanı.

Sonu tekrarıyla başlayan en tatlı ibadetim…

“Hay ALLAH! Bizi duymuyor.

Kız Esra… Halı yerine parke döşesek camiye diye bir fikir verdim hocaya.

Ama sahi, sen ne düşünüyorsun bu konuda…”

En sevdiğim cami arkadaşımın hocaya verdiği fikirle ağacın en yüksek dalından düşecek gibi oluyorum.

“Ne parkesi. Bu da nereden çıktı abla ya hu…”

Cami arkadaşım aşırı tepki verdiğimi zannederek tuhaf tuhaf yüzüme bakıyor.

“Niye kız. Güzel olurdu bence. Hem halıların temizliği kolay mı sanki?”

İçimdeki çocuk haykırarak bağırıyor:

“Ne olur kesmeyin bindiğim ağaçları. O sizin halı zannettiğiniz yeşillik benim çocukken kalbimde büyüttüğüm en güzel ormanım. İçinde köklerinin cennete kadar uzamasını umduğum kocaman geniş yapraklı ağaçlar var ya. Onlar beni önce gökyüzüne, ardından sekineye kavuşturan en güzel sığınaklarım. Eğer ağaçları kesecek olursanız, orman yok olur. Ve eğer orman yok olursa ben oksijensiz kalırım. Yaşayamam…”

İçimdeki çocuk bunları derken yetişkin halim gerçekten söze giriyor:

“Olur mu teyze! Cami halısız olur mu? Cami bizim evimiz. Önce ayaklarımızı sonra yüreklerimizi sımsıcak yapan yerler camiler.”

“Camiden halıları kaldıramayız…”

Son cümlemi fazla yüksek sesle söylemiş olmalıyım ki hocamız tebessüm ederek kesiveriyor endişelerimi:

“Yoo hayır. Halılar kaldırılmayacak. Sadece, çok eskidiği için teyzelerden birinin oğlu yenilerini yaptıracak. Söz verdi…”

Kocaman bir “oh be” çekiyorum.

Çektiğim “oh be” ile içimdeki çocuk hayalindeki ağaçlara tırmanıp, elleriyle yaptığı ağaç evlerinde oyunlarını oynamaya ve dualarını etmeye devam ediyor.

Daldığım hayallerden beni gene teyzelerden biri uyandırıyor.

“Esra. Kapıyı kitliyoruz bak, herkes çıkıyor. Sen gene daldın düşüncelere…”

Çantamı sırtıma takıp, camiden ayrılırken yemyeşil halılara son kez bakıyorum.

İçimdeki çocuk, en saf haliyle halıların üzerinde oyun oynamaya devam ediyor.

“Hadi,” diyorum.

“Gel güzel çocuk. Oyun bitti. Ama söz yarın seni buraya gene getireceğim.”

Çocuğum boynunu bükerek oynadığı oyunlara son verip elimden tutuyor.

Çocukluğumla el ele tutuşmuş camiden ayrılırken, o kutlu mekâna el sallıyorum.

“Hoşça kal. Rabbimin evi.”

“Yarın içimdeki çocukla gene geleceğim. Gelecek ve kimselere görünmeden yarım bıraktığım oyunları ağaçlarından ağaçlarına atlarken oynamaya devam edeceğim.”

Please follow and like us:

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir