DENEMELERİM

DÜNYANIN EN HUZURLU YÜRÜYÜŞÜ

Yazın en güzel vakitleri…Apartmanımızın önünde uzayıp giden yolda birbiriyle sohbet eden komşu teyzeler, keyifle oyun oynayan çocuklar ve yolun kenarında ciğerlerimizi mis kokulu havasıyla dolduran çam ağaçları. Bu harika manzaranın ortasında kalan bense çoğu zaman yaptığım işle meşgulüm. Uzayıp giden yolun üzerinde yürümekle…

Dedim ya yazın en tatlı vakitleri. Evde işlerimi yoluna koymuş, kızımla birlikte oynayan çocuklara başımla selam vermekle yetinirken elimde termos bardağım, burnumda çayın mis gibi kokusu ve damağımda dünyanın en keyif veren içeceğiyle beraber yürüyorum.

“Gene eline çayını almışsın Esra abla!”

Kafamı çevirdiğimde bisiklet sürmekte olan komşu çocuğuyla karşılaşıyorum.

“Ah evet öyle. Çay içmek bu vakitlerde çok hoş oluyor.”

“Sen de bisiklet sürüyorsun. Durma hadi sür öyleyse.”

Çocuk “sürsene bisikletini,” ikazımı duymamışçasına bisikletini yavaşlatıyor.

“Bisikletimi yavaş süreyim ki yürüyüşünde sana eşlik edebileyim.”

O an, duyduğum bu bir tek cümle karşısında kalbimdeki tüm buzlar eriyor sanki. Eriyen buzlar sevinçten bir şelaleye dönüşüyor. Tüm öfkelerimi, hüzünlerimi şelaleden hızla akmakta olan suya bırakıyorum.

Gözlerimi kapatıp şelaleden akıp giden kötü diyebileceğim her türlü duyguma “hoşça kal,” diyorum. Ve elimi kalbimin üstüne koyarken içime neşeyle dolu bir nefes çekip “hoş geldiniz,” diyorum tüm yeni umutlarım, sevinçlerim ve sevgi kaynağı cümlelerim…

Çocuk içimden geçenleri duymuşçasına konuşmasını sürdürüyor.

“Sen yürürken ben de yanında bisikletimi sürerim. Böylece birlikte sohbet etmiş oluruz.”

Sevinçle çocuğun masum gözlerine tebessüm ederken ciğerlerimde yepyeni bir mevsimin kol gezdiğini hissediyorum. Sanki tüm zehirli duygularım gitmiş, yerine bol oksijenli ışıl ışıl duygular gelmiş. O halde bir bebeğin nefes alış verişine benzer, en sağlıklı ve zinde halimle nefes alıp verdiğimi görüyorum. Yaşasın! Ciğerlerim bayram var. Çok şükür Allah’ım! Kalbimde taptaze bir bahar var…

Derken konuşuyoruz çocukla. Öylesine, havadan sudan, şundan bundan.

Ben yürüyorum, o ise bisikletini sürüyor. Oysa tek yaptığımız birbirimizin kanayan yaralarına merhem olmak.

Tek  yaptığımız, hayatın acı veren tarafını bir kenara bırakıp biraz olsun huzurlu bir iklimde beraber yol almak…

Öylece ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum. Zannederim o da bilmiyor.

Bir anda megafondan gelen sesle irkiliveriyor çocuk.

“Üzgünüm,” diyor başını öne eğerek.

“Annem yemeğe çağırıyor. Gitmeliyim.”

Gözlerim doluyor nedense. Önce ümitlendirilip, sonra terkedilip giden bir genç kız kırılganlığına dönüveriyor yüreğim. Belli etmemeyi umarak gözlerimi uzaklara kaçırırken:

“Olsun,” diyorum.

“Şimdi senin gitmen lazım.”

Arkasından el sallamayı bile unutup yürüyüşüme kaldığım yerden devam ederken kızımın  “anneee,” seslenişiyle kendime geliyorum.

Merakla sesin geldiği yerde kızımı bulmaya çalışırken gözlerim, dilimden şu sözler dökülüyor:

“Ah çocuklar. Ben sizsiz ne yaparım?”

Ve kalbim dilime eşlik ediyor:

“Ah çocuklar. Ne olur bizi kendi halimize bırakmayın…”

İşte böylece umut dolu adımlarla kendimi, içinde kendi çocuğumun da bulunduğu bir başka dünyaya doğru yol alırken buluyorum.

Benim hayatım tek bir kelimeyle anlatılsa adı “yürüyüş” olur. Bana eşlik etmeyi isteyen masum kalplerin yanında dünyanın en huzurlu yürüyüşü…

Please follow and like us:

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir