Bundan 35 yıl önce tam da bu tarihte dünyaya gelmişim. Eylül’ün ortasına varmadan, sıcakların sona ermeye başladığı bu tarihte doğduğumdan mıdır bilemiyorum; kendimi bildim bileli Eylül ayı gelip de soğuk havalar kendini gösterdi mi pek çok insanın aksine hüzün yerine tatlı bir sevinç kaplar içimi…“Yaşasın! Ben geliyorum…” Yüreğimde nahoş bir neşe: “Yılda bir kereliğine, sanki yeniden doğuyorum.”
Babacığım rahmetli ananemin tavsiyesi üzerine kulağıma Esra ismini okumuş. Esra: Süratli olan…Esra: Karanlıkta yol gösteren…
Süratli oluşum, ilk yıllarımda kendini göstermemiş. Annemin deyimiyle az kemikli, yani hamur gibi oluşum sebebiyle geç yürümüşüm mesela.
Gene de yıllar süratle akmış. Beş yaşına geldiğimde canım ailem beni, servisçi amcanın Eşref Ziya ezgileriyle bizleri taşıdığı, öğrencilerine nasıl olduğunu anlamadan temel dini bilgiler veren bir anaokuluna göndermiş. Bu vesileyle a, b, c den önce elif, be, te, se ile şenlenmiş gönlüm.
İlkokul birinci sınıfta, ilk defa harflere dokunduğumda duyduğum sevinci, ananemlere giderken harfleri kelimelere birleştirip gördüğüm her yazıyı okumak için gösterdiğim gayreti unutamam.
Okumayı öğrendiğim ilk günden beri kitapların kokusuna duyduğum iştah, hayatın her anında hissettiklerimin bana verdiği ilhama dönüştüğü gün adımın yanına bir isim daha eklemek zorunda olacağımı hissettim: Yazar… Kalbine değen, gördüğü, bildiği, hissettiği ne varsa kalemine aktarmayı bilen bir yazar…
Yazar…Dilsiz dahi kalsa, kalemiyle dünyanın tüm dertlerini okuyucusuna aktarmayı hedefleyen bir yazar…
Derken orta okul sıralarında karşıma çıkan bir matematik hocası, bana matematiğin kabus yerine çözülmesi gereken keyifli bir bulmaca olduğunu öğretmeyi başarınca karar vermiştim. “Öğretmen” olacaktım. Önce kendime, sonra da tüm insanlara hayata dair bildiklerimi en sade ve eğlenceli dille aktaracak bir öğretmen… Karanlıkta kalanlara yol gösterecek bir fener.
Aldığım üniversite eğitimim, peşinden gelen yüksek lisans, doktora eğitimleri derken ne kadar az oyun oynadığımı, hayatın içine sırf sayıların gözünden baktığımı bana öğretecek biriyle tanıştım. Bana “anne,” diye seslenen bir çocukla. Bana önce yemek yapmayı, ardından güzel resimler çizmeyi; ama en önemlisi nezaketi öğreten bir kız çocuğu…
Bundan az bir zaman öncesinde ise Rabbim yoluma bir çocuk daha çıkarttı.Hayatımda eksik bıraktığım birçok şeyi tamamlamamı sağlayacak bir çocuk. Bir erkek çocuğu…
Her ikisi de kalbimin ve zihnimin kapalı kalan kısımlarına yeniden bakmamı sağlayacak iki tatlı yavrucakla uğraşırken tam da bugün yeni güne otuz beş yaşında olarak uyanınca, doğum günü çocuğu olduğumu hatırladım.
Sabahından akşamına her anını en tatlı hatıralarla süslemesi gereken, dönüp baktığında “işte ben o gün yeniden doğdum,” dedirtecek kadar anlamlı bir günün çocuğu…
Hiçbir ünvanı olmasa dahi sırf bugün yeniden doğmasının hatırına her anının tadını çıkarmasını bilen bir çocuk…
İki çocuğuna rağmen, yaptığı onca koçluk seanslarına, verdiği onca derslere rağmen halen bolca hata yapan bir çocuk…
Yaşı otuz beş değil yetmiş dahi olsa ruhu genç kalacak bir çocuk…
İşte o çocuk benim sevgili dostlar ve bu çocuk aslında güzel bakmasını becerebildiğinde yılın her günü yeniden doğuyor. Biliyor muydunuz ?
Her günümüzün “ilk günümüz” kadar kedersiz ve her anımızın çocuklarınki kadar tasasız geçmesi duasıyla…