Anadolu’nun güzel bir şehrinde her biri farklı bölümden de olsa ruhları birbirine pek yakın olduğu için bir araya gelip ev tutmak için sokak sokak dolaşan dört kız… Dört üniversite öğrencisi…
İşte o dört kızdan biri bendim sevgili dostlar! Arkadaşlarımla el ele vermiş ve tren garına yakın ve ulaşımı kolay olduğu için tuttuğumuz evin adını koymuştum: Öğrenci evi!
Evimiz salon harici iki odaydı. İkisi de havalandırma boşluğuna bakan, daracık ve karanlık iki oda. Durum böyle olunca kaldığım odadan uçar gibi salona göç etmiş ve salonun güneşi gören camlarından dışarıyı izler olmuştum. Benden önce mekân taraması yapan ev arkadaşım, yolun karşı tarafında bir medrese olduğunu ve sohbet için grup grup insanın o medreseye gittiğini, hatta gidenleri can sıkıntısından saydığını anlatmıştı.
Bir gün evde yalnız kaldığım bir anda medreseden geldiğini anladığım o müthiş sesle salondaki çekyatlardan birine oturup dinletiye dalmıştım. Bir adam en gür ve dokunaklı sesiyle Kuran okuyordu. Tam da o anda, yan dairedeki öğrenci çocukların çalgı sesleri kulağıma gelmişti. Bense, ruhumu sükunete erdiren o muhteşem dimağa odaklanmayı tercih etmiş ve yıl boyunca yan daireden gelen abes gürültülere kulak vermemeye çalışmıştım.
O sene, üniversite üçüncü sınıftaydım ve Matematik okuyan herkesin bildiği gibi en zor dersleri geçme (bende o zamanlardaki birincilik takıntısı yüzünden olası en iyi notlarla geçme) gibi bir meselem vardı.
Sınavlarımızı o yıla mahsus, sabahın en erken saatlerine koydukları için sınavdan evime döndüğümde salondaki bir çekyatta uyuyakalırdım. O esnada o gün yapmam gereken nöbetin ne olduğu ya da ertesi gün hazırlanmam gereken sınav aklımdan silinip giderdi.
Uykumun en tatlı anında, mutfaktan mis gibi kokular burnuma koşar adımlarla gelirdi. Oda arkadaşımın (aslında dört arkadaş da salonda yattığımız için hepimiz oda arkadaşı sayılırdık) yaptığı gözleme kokuları…
Arkadaşım mutfakta gözlemeleri pişirirken öyle nazik hareket ederdi ki kokuları içime çekerken, uykum asla bölünmez, kaldığı yerden uyumaya devam ederdim.
Tam uykumu alıp da gözlerimi açtığım anda salonda beni müthiş bir ziyafet beklerdi. Halının üzerine serilmiş gazete kağıtları, üzerlerinde çaylarımız ve mis kokulu o gözlemeler…
Manzarayı gördüğüm gibi yerimden fırlar ve arkadaşıma sarılırdım:
“Canım arkadaşım, ya sen gene neler yaptın böyle?”
Derken, o anda evde bulunan kim varsa sofrada yerini alırdı ve keyifli bir sohbet eşliğinde gözlemelerimizi yerdik. Gözleme eşliğinde karnım doyar, içmekte olduğum çayı da elime alıp masamda ertesi günkü sınava çalışmaya başlardım.
İşte böyle sevgili dostlar… Bana “üniversite üçüncü sınıfın nasıl geçti” diye sorsanız size dinlediğim Kuran ziyafeti ve sınav zamanlarında yediğim gözlemeler sayesinde hem fiziken hem ruhen hayatımın en zinde geçen senelerinden biriydi cevabını veririm…
Peki ya o arkadaşlar… “Üçü şimdilerde neredeler, ne yapmaktalar” diye sorarsanız telefonumun akıbetine uğradılar, hepsinin izini kaybettim derim…
İzini asla kaybetmeyeceğim bir şey varsa o da dinlediğim Kuran’ın ve aramızdaki sevginin birleşip kalbimde meydana getirdiğim o huzurdu derim… Öyle her üniversite öğrencisine nasip olmayacak bir iç huzur…
Biraz Kuran, biraz da gözleme kokan o engin iç huzur…
Selam olsun Kuran’ı en gür sesiyle okurken çevresindekilerin ruhunu şenlendirenlere…
Selam olsun en içten ve beklentisiz haliyle gözleme yaparken dahi arkadaşının üzerini örtüp ona hayatının en keyifli anlarını yaşatan tüm öğrenci dostlarıma…
Selam olsun….