Ev işlerinin en hararetli, zihnimin en kalabalık olduğu bir anda sıkça yaşadığım bir hadise vardır. Sevgili kızım, başımdaki yoğunluğa bir tanesini daha eklemek istercesine;
“Anneee, hani benim şuyum vardı, ama şimdi bulamıyorum, sen gördün mü?” diye sorar.
İşte tam o anda tez canlılığıma yenik düşer; kızıma çıkışırım:
“Ya Büşra! Sırası mı şimdi? Onca işimin arasında.”
“Offf yaaa… Ne bileyim nerde?”
“Önce şu çamaşırları asmak zorundayım. Tam da kardeşini uyutmuşken yapmam gereken onca iş var benim…”
Türünden cümlelerle kızımın kaybettiği eşyaya olan bağlılığını ve hasretini, tabii bir de bana karşı hiddetini kendi ellerimle arttırırım…
“Ama anneee… Hoca o kitaptan ödev vermişti…”
“O makası bulamazsam şu aktiviteyi nasıl yapayım?”
“Ben o kitabı bir an önce bitirip dersime öyle başlayacaktım amaa…”,
Gibi cevaplarını duyunca kızımın, hani işler de azıcık hafifleyince, elimdekileri bırakıp kızıma odaklanmam gerektiğini fark etmem uzun sürmez.
Tüm meşguliyetlerimi bırakıp kızımın yanına vardığımda kızımın yüreğinin biraz olsun hafiflediğini görmek beni de hafifletir.
Böyle zamanlarda ellerimi çok önemli bir iş başaracakmışım edasıyla çırpar ve kızıma sorarım:
“Hadi öyleyse anlat bakalım. Tam olarak neyini kaybetmiştin sen?”
Bu sorum kızımın az önceki hiddetini alıp götürür. Gözlerini umutla kocaman açarak bana kaybettiği nesnenin ne olduğunu söyler:
“Hani resim çizerken kullandığım, dedemle okul dönüşü kırtasiyeden aldığımız kalem vardı ya!”
Bu cümleyi duyduğum gibi evin içinde koltuk kenarları, masa altları, pencere kenarları gibi aklıma gelen her yerde yavrumun kaybettiği o çok kıymetli nesnenin peşine düşerim.
Ben kaybolan eşyayı ararken kesin bulacakmışım gibi kızımın ardımdan ilerlediğini gözlemler, kayıp eşyayı bulmak için dualar ederim.
Evin tamamında aklıma gelen her yeri aramama rağmen bulamayınca çocuk gibi:
“O kadar aradım kızım. Yok işte yok ne yapayım,” deme bahtsızlığına düşmüşsem kızım ağlamaya başlar.
“Ama anne… O oyuncak, o kâğıt, o bilmem ne benim için çok değerliydi!”
Evladımın gözünden boşalan iri iri gözyaşlarını gördüğüm an, annelik hassasiyetini tekrar yakalamam gerektiğini görüp derin bir nefes alırken kızıma o en kıymetli, o en başta sormam gereken asıl soruyu sorarım:
“Kaybettiğin bu şey, senin için çok mu değerliydi?”
İşte o anda her şey durur… Kâinat durur, zaman durur, kızımın hüzünle oradan oraya savrulan kalp rüzgarlarının uğultusu durur…
Kızım, aslında o anda kaybettiğini zannettiği şeyi kendi içinde bulur…
Kalbim, o anda kızımın gerçekte neye ihtiyaç duyduğunu bulur…
Kızımın ihtiyacını duyduğu şey, tam olarak da bu sorudur:
“Senin için bu kayıp gerçekten çok mu can yakıcı yavrum?”
“Kaybettiğin şeyi günün birinde bulacak olsam sana söz veriyorum… Koşup sana vereceğim. Okuldaysan hocana haber vereceğim…”
İşte bu…İşte asıl ihtiyaç duyduğum şey tam olarak da bu…
Kalbimdeki denizlerin ortasındaki o sakin kalan tek adadaki şefkat kokulu o liman var ya, işte kızım yana yakıla bir şeyini aradığında sığınmam gereken o limanın adı bu:
“Şefkat limanı…”
Tüm uğraşılarıma son verip kızımı alel acele taşımam gereken o ada “şefkat adası…”
Gözlerimi kapatıp anne kalbimi yanaştırmaya ve içinde yaşatmaya kızımdan da önce kendimin ihtiyaç duyduğu bu şefkat kokan adada sormam gereken o soru tam olarak işte bu soru:
“Canım yavrum! Şu anda senin en çok neye ihtiyacın var?”
“Kaybettiğin oyuncağa mı yoksa ev işlerine dalıp da sana sunmayı unuttuğum şefkate mi?”
Canım kızım! Bugün anneler günü ve bugün ben senin verdiğin o en güzel hediyeyi alıp o limana taşımak istiyorum. Eğer izin verirsen…
Bedenimde seni hissettiğim o ilk andan beri bana sunduğun o en değerli hediyeyi oraya götürmek ve ada sakinlerine gururla o nadide hediyeni sergilemek istiyorum:
“Duyduk duymadık demeyin! Bugün buraya getirilebilecek o en güzel hediyeyle geldim.”
“Bugün buraya kızımın daha en başından beri bana armağan ettiği o şefkat duygusunu getirdim.”
İşte o anda, yavrumun bana armağan ettiği o şefkatle büyüleyici bir şekilde tüm dünyamı ışıldatan o kalp adasında bulunan tüm hücrelerim tüm evrene en güçlü ve en anlamlı hediyenin benim kalbimde saklı olduğunu haykırır.
O anda, “anne, ben senin ilgini kaybettim; lütfen bulmama yardım et,” diyen tüm yavruların kalbindeki şefkat dolu hücreler, hep bir ağızdan bu dünyanın kurtarıcı olan o en ulvi duygunun adının “şefkat” olduğunu haykırır.
Vesselam…