“Esracığım,” diyerek söze başladı. “Seninle bir şey konuşmak istiyorum.”
Tam da oğlumun büyüklerimizin arasında mutmain olduğu bir anda bu ne güzel bir talepti.
“Lütfen komşum! Şu an öyle müsaidim ki. Anlat; dinliyorum.”
Anlattı:
Kızının giderek büyüdüğünü ve büyürken annesine hissettirdiklerini…
Yapmak istememelerini, sorumluluklarını unutmalarını, annesine karşı çıkmalarını…
“Beni dinlemiyor Esracığım,” dedi.
“Ama seni dinliyorlar.”
Bu söz “ne yapıyorum ki zaten şu hayatta,” diye isyankar söylemlerime pek iyi geldi.
“Sen söylediğinde yumuşuyorlar…”
Söylediğim sözle kalpleri yumuşatan insan olmak en büyük emellerimden biriydi.
Yazılarımın, koçluklarımın ve verdiğim derslerin ardındaki en muhteşem amacım da zaten bu değil miydi?
Komşumun hikayesi çok tanıdıktı. Ona dedim ki:
“Abla sen çok mükemmeliyetçisin; fakat kızın çok farklı. O ise bir o kadar rahat ve kaygısız.”
Günümüzün ve belki de tüm asırların en yaygın anne-kız hikayesiydi.
Mükemmeliyetçi anne, kaygısız kız!
Anne, esnemeye başlayıp kızıyla hayatın biraz da eğlenceli yanlarını gördüğünde çoğunlukla kız anneye karşı daha narin yaklaşır; anne de hayatı boyunca ilk kez bu denli keyif almaya başladığını anlardı.
Bu düşünceler eşliğinde anneye kızını anlattım:
Geçen yıllar içinde kızının bencil tutumlarını bırakıp özverili davranmaya başladığını,
Korkularından arınıp özgüvenli bir çocuğa dönüştüğünü,
Onca yıldır akşam ezanını duyduğu anda “annem bana akşam ezanından sonra izin vermiyor,” deyip onca çocuğun arasında evine koştuğunu,
Ve bunun gibi kızının onca olgun ve bir o kadar da sevimli tutumlarını…
Ardından komşum bana anlattı:
Hayatındaki onca koşturmasının arasında kızına vakit ayırmakta ne kadar zorlandığını,
Mükemmeliyetçi yanını törpülemek için ne kadar da uğraştığını,
Kızına “benden nasıl bir anne olmamı istiyorsan bunu mektupla yazar mısın,”
diye ricada bulunduğunu…
Bir annenin kızından, kendisine mektup yazmasını istemesi, hem de istediği anne modeline ilişkin…
Aman Allahım! Bu ne kadar hassas bir talepti…
Ve o çocuk, mektup yazacak olsa eminim kendi annesini anlatırdı…
Sahi, kızım doğduğundan beri etrafımdaki annelere bakıyorum da…
Çocuğunun başında ateşi yükselmesin diye sabaha kadar bekleyeni,
Çocuğunun iyi beslenmesi için en kıymetli vakitlerini mutfakta geçirenleri,
Okuldan gelen yavrusunu dışarda bekletirim korkusuyla imkanı olduğu halde çocuğu okuldayken hiçbir yere gitmeyeni,
Gözleri yaşlı yavrusuna dua ederken neredeyse kainatı titreteni,
Çocuğu başka bir çocuğu incittiğinde dünyası başına yıkılacak gibi hissedeni,
Allah’ın merhametli ve koruyucu sıfatlarını kendisinde en güzel şekilde toplayanı,
Ve daha niceleri…
İşte benim gördüğüm neredeyse tüm anneler böylesine ince, böylesine şefkatli oldukları için ben bir anne bana “acaba bu durumda ne yapmalıyım,” ya da “acaba yanlış mı davranıyorum,” gibi bir soru yönelttiğinde sorusuna gereken cevabı vermeden önce o kadının anneliğine dair tanık olduğum güzellikleri anlatıyorum…
Beni dinleyen kadınlar, “bunu daha önce kimse böyle yorumlamamıştı,” gibi cevaplar verdiğinde toplumumuzun annelere karşı ne derece eleştirel ve sorgulayıcı yaklaştığına bir kez daha şahit oluyorum…
Şahit olduğum en güzel şey de şu, her kadın bir çocuğu mutlu eden bir olay karşısında çocukla çocuk olmayı bilecek kadar çok seviniyor…
Hani diyorum bugün de günlerden 23 Nisan!
Hani Atatürk bugünü dünyadaki tüm çocuklara armağan etmiş ve böylece bugün “Çocuk Bayramı” olarak tarihe geçmiş…
O halde bugün önce tüm çocukların, ardından çocuğunun tüm hislerini kendi hislerinden de aziz tutan tüm kadınların bayramı olsun…
23 Nisan önce tüm çocuklara, ardından çocukların dünyasına incitmeden şahit olan tüm kadınlara kutlu olsun….