Üniversiteyi bitirdiğimde, lisans diplomamı elime alıp sevinçle anne babamın yanına koştuğumda gözlerimde geleceğimin umutları saklıydı.
Umutluydum; çünkü iyi bir not ortalamam, ALES ve dil puanım vardı.
Okul bittikten neredeyse bir kaç ay sonra bir üniversitede araştırma görevlisi olarak mesleğime başladığımda içimde memleketime hizmet edeceğime dair parlayan ümitlerim vardı.
Üniversitede çalıştığım bir kaç sene, bana şiddetli baş ağrıları ve kalp çarpıntıları sunduğunda, “hayatta ben ne olmayı arzuluyorum” sorusunu sormanın işte tam sırasıydı.
Ne olmalıyım? Doçent, profesör ve ardından gelen türlü dereceler…
İstifa kararı verdiğim gece, yaklaşık beş saat süren baş ağrısı ile birlikte ne olmak istediğimi kendime sordum.
Hangi kurumda, hangi etiketle çağrıldığım o andan itibaren önemli değildi. Önemli olan tek şey BENİM NE İSTEDİĞİMDİ?
Derken, o gece kendime ilk kez koçvari yaklaşmayı denedim:
İstifa edersem ne olur?
Doktorama devam ederim.
Peki doktoram bitince kadro alamazsam ne olur?
Doçentliğe dışardan hazırlanırım.
Peki docent olamazsam ne olur?
HİÇBİRŞEY!
İşte tam da bu anda sanki baş ağrım geçti. Kararımı verip uykuya daldım. Bir kaç gün sonra istifamı verdim. Ve istifamın ardından da çarpıntılarım sona erdi…
Aradan yıllar geçti. Çok fazla şeyi göğüslemeye çalışıp başarılı olamadığımda kalbim ansızın gelen ve saatler süren çarpıntılarla beni uyardı: “DUR VE BİRAZ DİNLEN! HIZINA YETİŞEMİYORUM…”
Duygularımı içime bastırıp ani öfke nöbetleri geçirdiğimde yüksek çıkan sesimi dindirmek istercesine adeta her bir hücrem bana seslendi: “ÇOK YORDUN HEM BİZİ, HEM KENDİNİ! LÜTFEN BİRAZ DİNLEN…”
Şimdilerde, doktora diplomamı görüp de “NEDEN ÇALIŞMIYORSUN? O KADAR OKUMUŞSUN. BOŞUNA MI OKUDUN?” diye soran insanlara mırın kırın ediyor, geçiştirmelik cevaplar veriyorum. Daha da üzerime gelip “BAK ÇOCUĞUN DA BÜYÜMÜŞ, KENDİNE YAZIK ETME,” türünden sözler söylüyorlar. Yutkunmakla yetiniyorum…
Dilim, yaşadıklarımı anlatmamı istemiyor. İnsanlardan anlayış ummanın beni yormaktan başka bir işe yaramadığını yıllar önce öğrendim.
En iyisi diyorum klavyenin başına geçip word dosyasına bir şeyler yazayım. Önceden kalem kağıttı en yakın dostum. Şimdiyse klavyenin tuşları ile word dosyaları olmuş ne çıkar deyip gülüp geçiyorum…
Bu arada! Onca sıkıntının ardından, insanlar size de neden şunu şöyle yapmıyorsun, yapsana gibi bom boş cümlelerle yaklaşırsa, kendinize uğraşacak bir sanat dalı arayın. Ne bileyim işte benim gibi yazın, ya da çizin, besteler yapın… Hiçbiri olmuyorsa serin seccadeyi yere, koyun başınızı secdeye:
“NELER YAŞADIĞIMI BİR SEN BİLİYORSUN ALLAHIM! HALİMİ BİR TEK SANA ARZEDİYORUM! HAYATIMIN HER AŞAMASINDA SEN NASIL İSTİYORSAN ÖYLE YAŞAMAYI BANA NASİP ET,” diyerek içli içli Rabbinize yalvarın. Sonra durun ve karşınıza çıkacak güzel fırsatların seyrine dalın…